EBU'l-ALA El-MEVDUDİ
09-08-2019
DÂRUL İSLÂM'IN YENİ BİR TARİFİ
SORU: İki sorumu huzurlarınıza arzediyorum. Tatmin edici bir cevap lütfedeceğinizi umuyorum.
1. Dâr'ul Küfür, Dâr'ul Harp ve Dâr'ul Islâm'ın doğru tarifi nedir? Dâr'ul Küfürle, Dar'ul İslâm'da biz neyi asıl ve temel kabul edebiliriz? Bu konuda ben Mevlânâ Hüseyin Ahmed Medenînin aşağıda naklettiğim sözlerinden sonra tereddüde düştüm.
"Bir ülkede devlet idaresi müslüman olmayan bir topluluğun elinde, ama müslüman da her bakımdan o idareye ortaksa ve müslümanlarm dinî ve mezhebi inanç ve düşüncelerine saygı gösteriliyorsa, o ülke Şah Hazretlerine göre şüphesiz Dâr'ul İslâm (İslâm yurdu) olur. Ve şeriat açısından, müslümanlarm o ülkeyi kendi ülkeleri kabul ederek uğrunda her çeşit iyi niyeti ve samimi duyguları gösteren hareketlerde bulunmaları farz olur. Bu konuda bana yol gösteriniz.
"Allah insanlar için örnekler verir, umulur ki, onlar öğüt alır, düşünürler" (İbrahim, 25) ayetinde "lealle" "belki de, umulur ki" kelimesi gelmiştir ki, bu şüphe ve tereddüt bildiren bir kelimedir. Halbuki Allah kesin bilgi sahibidir, herşeyi eksiksiz ve kesinlikle bilir. O halde bunu nasıl yorumlayacağız ve mânâsını nereye yönelteceğiz?
CEVAP: Siz, ilk sorunuzu bana soracağınız yerde Mevlânâ Hüseyin Ahmed Hoca'nm kendisinden sormuş olsaydınız, daha iyi olurdu. Siz, ondan sorunuz bakalım: Şimdiki Hindistan hükümetinde müslüman ne derecede hükümete ortaktır? Müslümanların din ve mezhep prensiplerine ne derecede saygı gösteriliyor? Bunların gösterdiklerinden kat kat fazlası, ingilizlerin idareleri döneminde gösteriliyordu ve müslümanlar devlet idaresinde çok daha fazla ortaktı. Eğer biri bunu kabul etmezse, ingilizler dönemindeki müslüman bakanlara, idare meclisindeki müslüman üyelere, askeri ve sivil dairelerdeki müslüman memur sayısına bir baksın. Sonra da mevcut Hint hükümetinin idari kademelerinde görev alan müslümanların sayısıyla karşılaştırsın. Durumu görecek ve o bununla inandırılmış olacaktır. Dini törenlere, prensiplere saygıya gelince: Mevcut Hindu iktidarı döneminde camilere yapılan saygısızlıklar, İngilizler dönemindekilerle karşılaştırılarak görülsün. Bugün, müslümanların canına, malına ve kadınların namusuna yapılan ne kadar saldırı varsa, bunlar İngilizler döneminde yapılan bu tür saldırılarla karşılaştırılsın. Hindu yönetimindeki müslümanların mülkiyet haklarının ne hale getirildiği gözden geçirilerek, ingiliz yönetimindeki 150 yıllık mülkiyet hakları ile karşılaştırılsın. Bütün bunlara rağmen şimdi mevcut olan Hindistan yönetimi ve ülkesi Dâr'ul İslâm olarak nitelendirile-biliyorsa, Şah Veliyullah'm tanımına göre, İngiliz yönetimi altındaki Hindistan'a neden Dâr'ul İslâm denilemeyeceği sorulsun. İngiliz yönetimi altındaki Hindistan Dâr'ul Küfür olarak nitelendirildiği halde, Hindu yönetimindeki bugünkü Hindistan'ın niçin Dâr'ul İslâm olarak kabul edildiğini Mevlânâ Hüseyin Ahmed'den açıkça sormalısınız. Bunun cevabını o versin. Bana da verdiği cevabı bildiriniz ki, ben de bu yeni fıkıh görüşünden faydalanabileyim. Eğer mevcut Hindistan ülkesi de Dâr'ul İslam'sa, artık dünyada hiçbir ülke Dâr'ul Küfür olabilir mi, olamaz mı öğrenmek istiyorum.
Mevlânâ Hüseyin Ahmed'in hayranlarının hoşlarına gitmese de gerçek şu ki, bugün onun idaresinde bulunan İslâm ilim yuvası Diyobend Külliyesi, İngilizler döneminin ilk de-virlerindeki Aligarh Müslim Universitesi'nden çok çok daha fazla alt seviyede bulunmaktadır. Müslim Üniversitesi'nin kurucusu olan Sir Seyyid Ahmed Han ve arkadaşları Çırağı Ali ve Muhsin'ül Mülk ve diğerleri İngiliz idaresi ile anlaşmakta, Mevlânâ Hüseyin Ahmed'in ve onun gibi düşünen alimlerin Hindu idaresiyle anlaşmak için düştükleri aşağılık durumun onda birine bile düşmemişlerdi. O materyalistler, İslâm kavramım silme işinde bugünkü para kulu alimlerin yaptıklarını yapmaya asla cesaret edememişlerdi. İnsanı öfkeden çatlatan şey; ululuklarına bir zarar gelmesin diye, kendileri ile birlikte Şah Veliyullah Dehlevî ve diğer büyük kişileri de buna bulaştırmalarıdır.
İkinci sorunuzun cevabına gelince: Yapılıp yapılmamasını, Allah'ın insanın cüz'î iradesine bıraktığı işlerde insanın ıslahı için Allah'ın gösterdiği tedbirin neticesinin hasıl olması, insanın bu iradesini doğru yönde (iyiye yönelik) kullanmasına bağlıdır. Çünkü, Allah insanı öyle yapmaya mecbur etmek istemediğinden, elde edilmesi istenen sonucu, yâni; istenenin olmasını "lealle" "umulur ki" ile zikretmektedir. İnsanın böyle bir sonuç elde etmesi kesin değildir. İnsan ancak tercihini doğru yönde yaparsa böyle bir sonuca ulaşmayı ümit edebilir.
Bugün | 80 |
Toplam | 98887 |
En Çok | 855 |
Ortalama | 234 |